81
Views

“Dijital olarak yeniden düzenlendi!” İster tatil sezonuna yetişmiş tam 10 CD’lik bir Beatles box set’i olsun, ister Spotify’da hip-hop klasiklerinden oluşan bir derleme. Eski şarkıların neredeyse tamamı ‘müziğin yeniden düzenlendiği ve bunun sonucunda her zamankinden daha kaliteli bir duyuma sahip olduğu’ duyurusuyla birlikte paylaşılıyor.

Peki “yeniden düzenlenmiş” aslında ne anlama geliyor? Ve bir şarkıyı yeniden düzenlemek neyi içeriyor? Popular Science bunları meraklıları için araştırdı.

Mastering nedir?

Remastering’i anlamak için öncelikle mastering’i anlamamız gerekir. En temel düzeyde ifade etmek gerekirse bir kaydı master etmek, kelimenin tam anlamıyla o kaydın ana kopyasını oluşturmak anlamına gelir. Bu ana kopya çoğaltılacak olan kopyaların kaynağıdır. Bir vinil plak söz konusu olduğundan bu, kayıtlı bilgileri içeren olukları vinil boşluklarına kopyalamak için kullanılan metal plakadır; bir kaset için büyük olasılıkla manyetik bir bant kaydıdır; ve dijital sürümler için de çeşitli diğer kopyaların yapılacağı yüksek çözünürlüklü bir ses dosyasıdır.

Fransa’da bir işçi ana metal plakayı üretim hattındaki bir tanka koyuyor. Resim: AFP FOTOĞRAFI/JEAN-FRANCOIS MONIER JEAN-FRANCOIS MONIER

Chicago’da kendi mastering stüdyosunu işleten mastering mühendisi Collin Jordan kayıtlı müziğin ilk dönemlerinde master kaydı oluşturmanın basit bir iş olduğunu söylüyor: “İş genellikle kadrodaki en yeni ikinci kişiye verilirdi” diyerek gülüyor. “En yeni gelen kişi kahve yapardı ve eğer yeterince uzun süre kalırsan ustalık seviyesine yükselirdin.”

Peki bu ustalık gerektiren iş stajyerlerin yaptığı vasıfsız bir iş olmaktan, bolca vasıf gerektiren bir kariyere nasıl dönüştü? Jordan bugün yaratıcı mastering olarak adlandırdığımız şeyin ortaya çıkışının 1970’lerde, “birkaç kişinin ‘Hey, belki buraya biraz düşük frekans ya da oraya biraz yüksek frekans eklersem nihai dinleyici için biraz daha iyi duyulur’ demeye başlamasıyla” şeklinde gerçekleştiğini söylüyor.

Ortaya çıkan sonuçlar diğer grupların da dikkatini çekti ve bir anda insanlar kendi albümlerinde de aynı muameleyi görmek için sıraya girmeye başladı. Jordan “Müzisyenler inanılmaz rekabetçidir. Bilirsin işte, ‘O adamın kaydına ne yaptın? Benimkine de yapabilir misin?’ diye sorarlar” diyor.

Safça bir yaklaşımla bir kaydı daha yüksek hacimli ve daha sert yapmak için her şeyi 11’e kadar açmanız gerektiğini düşünebilirsiniz. Ama böyle bir şey yapıldığında albümün duyumu berbat olur. Çok fazla genliğe sahip sesler bozulur, kötüleşir ve miks mühendisinin frekanslar arasındaki dikkatle yaptığı denge kaybolur. Daha da kötüsü bir plak kaydına çok fazla ses eklemek (bilhassa da nispeten düşük bas frekanslarında) plağın ritmini bozma riski taşır.

New York merkezli ses mühendisi Joseph Colmenero bir plağın ritminin kaydın dalga biçiminin fiziksel bir benzeri olduğunu ve bu dalga biçiminin kaplayabileceği fiziksel alanın sınırlı olduğunu söylüyor ve bunu “Eğer o groove’a çok fazla enerji verirseniz çok fazla ses seviyesi veya çok fazla bas, örneğin bir kick drum veya geçişler… İğne yan taraftaki oluğa geçebilir” diye açıklıyor.

Jordan da aynı fikirde: “Elbette, bir uzunçalara çok fazla bas koyabilirsiniz. Çok kaliteli pikaplar bunu harika çalacaktır, ama yazık ki ucuz olanlar atlayacaktır.” Yepyeni bir kaydın atlayarak başlamasının plak satın alan kişi tarafından hoş karşılanması pek olası değildi ve Jordan plak şirketlerinin genellikle “en düşük ortak paydaya ulaşmak için mastering yapmayı” tercih ettiğini söylüyor. “Plakları ses tutkunları için değil; genel halk için üretiyorlardı. Geriye dönüp dinlediğinizde bir Led Zeppelin ya da Beatles kaydında aslında çok az bas ses olduğunu söylersiniz.”

Bu nedenle bir kayıttan ekstra coşkuyu ve ses hacmini alabilmek hem belirli bir formatın hem de kaydın çalınacağı ekipmanın sınırlamalarına aşina olmayı gerektiriyordu. Ayrıca bu sınırlamalar dahilinde (ve bazen etrafında) nasıl çalışılacağına dair bilgi de şarttı. Bunu başarabilen mühendislerın çok aranır hale gelmesi şaşırtıcı değildi.

Mastering’den remastering’e

Mastering bir kaydın sesini belirli bir formata göre optimize etmektir. Remastering ise mevcut bir master’ı alıp mastering sürecini yeniden uygulayarak kaydın sesini yeni bir formata göre optimize etmeyi içerir.

Yeniden düzenlenmiş ilk kayıtlar 1980’lerde ve 1990’ların başında piyasaya çıktı ve bunların ortaya çıkışı kompakt disklerin yükselişiyle hızlandı. Yeni formatın popülerliği plak şirketlerinin eski albümlerini ne yapacakları sorusunu gündeme getirdi. Bunlar başlangıçta daha çok vinil olarak yayınlanmış ve müşterilerin artık CD olarak satın almak istediği albümlerdi.

Teknik olarak, analog müziği CD’ye kaydetmek, orijinal analog master’ın dijital versiyonunun yapılmasını gerektirdiğinden zorunlu olarak yeniden düzenlemeyi gerektirir. Ama dijital öncesi kayıtların ilk CD sürümleri Jordan’ın “düz transferler” dediği türdendi. Bunlar yeni formata uyum sağlamak için hiçbir değişiklik ya da ince ayar yapılmadan doğrudan mevcut master’dan çoğaltılırdı.

Ancak CD’de yayınlanmak üzere mastering işlemi yapılmış kayıtlarla karşılaştırıldığında bu eski albümler nispeten düşük volumlü ve cansız gelebilir. Elbette müzikle ilgili her şeyde olduğu gibi bu da öznel bir durum ve bazı insanlar bu orijinal CD’lerdeki sesini tercih eder. Ama bunlar dijitalin parlak ve cesur sesiyle tezat oluştuyordu. Bu yüzden plak şirketleri ses mühendislerinden dijital master’ları yeni formatın genişletilmiş olanaklarından yararlanacak şekilde ayarlamalarını istedi.

Elbette birinin optimizasyonu bir başkasının katliamı anlamına gelir ve remastering sırasında alınan kararlar en sevilen albümlerinin orijinal sesine alışmış hayranlar arasında tartışmalara yol açabilir. Jordan örnek olarak The Stooges’un Raw Power parçasının 1997 tarihli meşhur remiks/remaster’ını gösteriyor: Albümün orijinal versiyonu çoğunlukla bulanık ve kötü mikslenmiş olarak görülüyordu, bu yüzden hayranlar orijinalin sorunlarını giderecek ve albümü olması gerektiği gibi dinlemelerine olanak tanıyacak bir remaster versiyonu fikrinden heyecan duydu.

“Nasıl olması gerektiği” de özneldir ve Raw Power remaster’ının sonuçları dinleyiciyi böldü ve bugün de öyle olmaya devam ediyor. Jordan bunun herkesi memnun edemeyeceğinizin bir göstergesi olduğunu söylüyor; hemen hemen her remastering projesi kaçınılmaz olarak hararetli tartışmalara ve orijinaliyle detaylı karşılaştırmalara yol açar. Jordan “Bu zor bir durum, çünkü her iki taraftan da eleştiri alacaksınız. Bazı insanlar, ‘Çok fazla şey yaptın… Çok modern duyulmasına neden olarak en sevdiğim kaydı mahvettin.’ diyecek. Diğerleri ‘Yeterince şey yapmadın… “Orijinal versiyonu pek de geliştirememişsin’ diyecek. Her ikisini de aynı albüm için duydum” diyor ve gülüyor. “Ne yapabilirim ki?”

Dijital çağda ustalaşmak

Dijital çağda master kopyalar artık elle tutulur değil; bunun yerini dağıtım kopyalarının yapıldığı dijital dosyalar aldı. Bunlar bir CD’de satın aldığınız veya Bandcamp’ten indirdiğiniz veya tercih ettiğiniz akış hizmeti aracılığıyla yayınladığınız şarkıların kopyalandığı dosyalar.

Dijital formatlar mastering mühendisine analog öncüllerinden çok daha az kısıtlama getiriyor. Colmenero genel olarak analog formatlarla karşılaştırıldığında “Dijital çok affedicidir” diyor. Yine de, bu formatların sınırlamaları var ve masteringin temel zorluğu aynı kalır: Colmenero “Formatın kısıtlamalarına göre mastering yaparsınız” diye belirtiyor.

Örneğin bir CD yalnızca belirli miktarda veri içerebilir. Bu, Sony’nin başlangıçta CD sesi için birkaç parametreye karar vermesi gerektiği anlamına geliyor: analog sinyalin ses dalga formunun dijital bir versiyonunu oluşturmak için ne sıklıkla örnekleneceği (örnek oranı), her örneğin ne kadar veri tutacağı (örneğin bit derinliği) ve bu verilerin ne kadarının CD çalar tarafından her saniye okunacağı (bit oranı) gibi. CD sesi ve diğer çoğu dijital ses için örnek oran 44,1 kHz’dir, yani analog ses saniyede 44.100 kez örneklenir. Bir CD’nin bit oranı saniyede 1411 kilobittir, ancak MP3 gibi formatlar yerden tasarruf etmek için sıkıştırma algoritmaları ve daha düşük bit oranları kullanır. Bu, bit hızları 64 kbps kadar düşük olan ilk MP3’lerin, çoğunlukla kopyalandıkları CD’lerin ses açısından soluk gölgeleri olduğu anlamına geliyordu.

Her ne kadar 2001’de Limewire’da bulabileceğiniz veya bulamayabileceğiniz MP3’lerden daha gelişmiş ve etkili formatlarda olsa da günümüzde dijital olarak satın aldığınız müzik çok daha yüksek kaliteye sahip ama veri ve hız kısıtlamaları, akış hizmetlerinin hala nispeten düşük bit hızlarında müzik sağladığı anlamına geliyor. Spotify’ın ücretsiz katmanı müziği 128 kbps AAC olarak sağlarken Apple Music AAC spesifikasyonuna dayalı tescilli bir format kullanıyor.

Bu kısıtlamaların varlığı mastering mühendislerinin önlerinde hala çok iş var demek. Özellikle Colmenero’nun da dediği gibi, yayın hizmetlerinin isteği kataloglarındaki tüm şarkıların ani ses sıçramaları ya da parçalar arasında tamamen farklı ses geçişleri olmadan güzel bir şekilde çalmasıdır. Bir çalma listesi algoritmasının onlarca yıl önce kaydedilmiş ve mastering işlemi yapılmış bir şarkıyla ultra yüksek sesli modern bir parçayı eşleştirmesi durumunda bu iş hiç de kolay değil. Bu tür sorunları azaltmak için yayın dünyasındaki en büyük oyuncular kendi mastering standartlarını koruyorlar; örneğin Apple müziğin yayın formatında dağıtım için optimum standartları karşılamasını sağlamayı amaçlayan “Apple Digital Masters” (eski adıyla “Mastered for iTunes”) adlı bir sertifika sunuyor.

Akış için mastering yapmanın zorluklarının yanı sıra, ev sinemalarının popülaritesi (en azından bir dereceye kadar) tarafından yönlendirilen sürükleyici (üç boyutlu) sese olan talep de giderek artıyor. Geleneksel stereo ses dinleyicinin sol kulağından yüzünün etrafından sağ kulağına 180°’lik bir yay çizen sanal iki boyutlu bir alan olan stereo alanını kullanır. Bu, kayıt sırasında iki ayrı kanalın (sol ve sağ) kullanılmasıyla yaratılır. Her bir kanaldan gelen belirli bir sesin miktarı ve bu sesler arasındaki zamansal ayrım, seslerin bu alandaki çeşitli yerlerden geldiği yanılsamasını yaratır.

Bu efekt, mesela bir grubu canlı izleme deneyimini taklit etmek için kullanılabilir: Vokaller ve davullar merkezden gelirken baslar yakınlardadır, bir gitar soldan, diğeri sağdan gelir. Ayrıca Metallica’nın “One” parçasının başındaki ikonik helikopter sesi gibi, soldan sağa veya tam tersi şekilde hareket ediyormuş gibi görünen sesler yaratmak için de kullanılabilir.

Mekansal ses tam üç boyutlu surround sesi sağlama amacıyla bu kavramı üçüncü, dikey bir boyuta genişletir. Bu teknolojinin göreceli yeniliği hala rekabet eden standartlar olduğu anlamına gelse de her iki önde gelen standart da (Dolby Atmos ve DTS:X) nesne yönelimlidir, yani bir kayıttaki her sesi üç boyutlu bir alandaki belirli bir konuma eşleyerek çalışırlar: dinleyicinin merkezinde sanal bir küre.

Bu tür iddialı standartlar mastering mühendisleri için yeni bir zorluk da yaratıyor. Colmenero bir kaydın karmaşık surround sistemlerinde iyi duyulduğu gibi geleneksel bir stereoda da duyulması için mastering işleminin dikkatli bir şekilde yapılması gerektiğini söylüyor.

Ancak Colmenero günümüzde şarkıların “bir plak şirketinin kataloğunu streaming, YouTube veya Atmos’a tanıtmak istemesi veya müziği yeni bir kitleye tanıtmak istemesi” nedeniyle yeniden düzenlendiğini söyledi.

Karanlık sanatları araştırmak

Bağlam ne olursa olsun, hem mastering hem de remastering müzik endüstrisinde karanlık bir sanat olarak ün salmıştır; sırlarını anlayan bir avuç insana bırakılması gereken son derece uzmanlaşma gerektiren bir beceridir. Peki bir kayda mastering ya da remastering yapmak aslında neyi içerir? Jordan gülümsüyor “Bu soruyu her gün yanıtlıyorum çünkü kimse [mastering] nedir bilmiyor. Buraya bir grup geliyor ve ‘Bitirdiğimizi sanıyordum. Bu adama neden para ödüyoruz?’ diyorlar.”

Jordan’ın cevabı ise şöyle: “Aslında son derece basit. Teknik açıklama, miksaj seansında yapılan stereo miksajı alıp olabildiğince iyi ses çıkarması için üzerinde biraz işlem yapmak.”

Burada miksaj ve mastering arasında ayrım yapmak önemli. Miksaj çok kanallı bir kaydı oluşturan çeşitli parçaların seviyelerini ve frekanslarını dengeleme işidir; bir parça vokalleri, bir diğeri gitarı, bir diğeri klavyeleri vb. içerebilir. Mastering ise miksaj süreci tamamlandıktan sonra yapılır ve her bir bileşen yerine kaydın tamamına uygulanır.

Mastering’de kullanılan başlıca araçlar ekolayzır (genellikle EQ olarak adlandırılır) ve kompresördür. EQ bir araba stereo sistemindeki tiz ve bas düğmelerinin daha sofistike ve esnek bir versiyonu gibi belirli frekans bantlarının ayarlanmasına olanak tanır. Kompresör temelde bir sinyalin en sessiz ve en gürültülü kısımlarını dengeleyerek geri kalanını bozmadan daha sessiz kısımların sesini yükseltir.

Jordan süreci filmlerdeki renk düzeltmeye benzetiyor: “[Bitmiş] bir filmi alıyorsunuz ve onu sadece sinemada veya evdeki ekranda biraz daha iyi gösteriyorsunuz, belki renkleri değiştirerek filmi biraz daha kırmızı ve sıcak veya biraz daha mavi ve parlak hale getiriyorsunuz, buna benzer bir şey. . Bu benim yaptığım şeye çok benziyor: Bu benim yaptığım şeye çok benziyor: Şeyleri daha sıcak ve zengin hale getirmek veya şeyleri temizleyip onlara biraz daha netlik kazandırmak.”

Kavram olarak basit görünse de bu iş pratikte özen ve sabır gerektirir. Jordan “Basit ama incelikli” diye tanımlıyor. “Sadece inanılmaz derecede dikkatli davranıyorum.” Bu kadar özene duyulan ihtiyacın bir kısmı tüm miksle çalışmanın sürekli bir dengeleme eylemi olmasından kaynaklanır: “Mesela davullarda trampeti takip etmek ve daha iyi ses çıkarmaya çalışmak çok kolay. Ve trampete o kadar odaklanıyorsunuz ki ancak daha sonra geri çekildiğinizde ‘Vokali mahvettiğinizi’ anlıyorsunuz.”

Bir miksteki farklı bölümlerin nasıl etkileşime girdiğini anlamanın yanı sıra, mastering becerisinin çoğu insan duyumunun nüanslarını ve tuhaflıklarını anlamaktan gelir. Bir sesi ne kadar yüksek algıladığımız sorusunu ele alalım. Teoride bir şarkının dalga biçimine bakabilir ve Bölüm A’nın genliği Bölüm B’nin genliğinden daha yüksekse birincisini ikincisinden daha yüksek duyacağımız sonucuna varabiliriz. Gerçekte ise ses yüksekliği algımızı etkileyen birçok faktör var. Bunlardan biri de sesin uzunluğu. Jordan, 300 milisaniyeden daha kısa süre çalınan bir sesin, aynı ses seviyesindeki daha uzun bir sesten daha düşük olarak algılandığını söylüyor ve “Bunu kendinize kanıtlayabilirsiniz. Eğer [herhangi bir müzik yazılımınız] varsa bir trampet kaydını alıp belirli bir ses seviyesine çıkartırsınız ve sonra aynı seviyede zirve yapan bir gitarınız olur ve gitar trampetten bir milyon kat daha yüksek ses çıkarır” diyor.

Ayrıca belirli bir sesin stereo alanda nerede yer aldığı sorusu da var. Colmenero, “Hip hop’ta çok çalışıyorum” diyor ve ekliyor, “Mono’daki şeyler daha gürültülü hissedilebiliyor.” Bu nedenle, güçlü bir davul sesi arayan prodüktörlerin genellikle bu sesi stereo alanının merkezinde tutacağını söylüyor. Mono ses “hoparlörlerinizin sesi gerçekten dışarı çıkarmak için birlikte çalışmasını” sağlar diyor.

Deneyimli mühendisler bu tür inceliklerle ilgili onlarca yıllık bilgi birikimine sahiptir. Bazı teknikler var olan seslerle çalışmanın yanında kasıtlı olarak miksteki sesleri çıkarır ve boşlukları dinleyicinin beyninin doldurmasına güvenir. Bunlar bir sinyali kesmek ya da kasıtlı olarak çıkış cihazlarının kaldırabileceğinden daha yüksek bir seviyeye çıkarmak anlamına gelebilir. Bir dinleyicinin hoparlörlerine zarar vermemek için dalga biçiminin en gürültülü kısımları kelimenin tam anlamıyla kesilir ve genellikle duyulabilir şekilde bozulan kesilmiş bir dalga bırakılır.

Genellikle bundan kaçınılması gerekir ama ne yaptığını bilen bir mühendisin elinde sanatsal etki yaratmak için de kullanılabilir. Colmenero “Sinüs dalgası gibi pürüzsüz bir dalga biçiminiz olabilir. Bu dalgayı keserseniz, daha çok kare ya da testere dişi deseni elde edersiniz ve beynimiz testere dişi ve kare dalgaları ekstra bir harmoniye sahip olarak algılar. Bu nedenle, bu doğal tonun kenarlarını tıraşladığınızda daha karmaşık bir dalga biçimi yaratırsınız ve daha karmaşık bir dalga biçimi size çalışmak için ekstra tonlar verir.”

Gelecek için ustalaşmak

Temeli analog sesin kısıtlamalarını aşmaya dayandığından mastering’in ölmekte olan bir sanat olduğunu düşünebilirsiniz. Jordan öyle olmadığını söylüyor. İğnenin oluk içinde kaldığından emin olmak zorunda olduğumuz günler büyük ölçüde geride kaldı, ama 2025’te mastering her zamanki kadar önemli. Bunun bir nedeni belki de sezgiye aykırı bir şekilde kayıt ve mikslemenin demokratikleşmesidir. Bir nesil önce bile müzik kaydetmek pahalı bir stüdyoda çalışmak anlamına geliyordu. Bugün ise temel, ücretsiz indirilebilen bir dijital ses çalışma istasyonu yazılımı bile eskiden profesyonel stüdyoların tekelinde olan türden bir işlevsellik sunabiliyor.

Jordan “Eskiden insanlar albüm yapmak için profesyonel stüdyolara giderdi. Şimdi yatak odalarında bir şeyler yapıyorlar ve bunu kulaklıklarda ya da hantal küçük bilgisayar hoparlörlerinde yapıyorlar” diyor. Buradaki sorun yatak odanızda veya kulaklığınızda mükemmel ses çıkardığınız bir kaydın başka bir bağlamda berbat ses çıkarabilmesidir. Jordan “Eğlence evi aynasını bir metafor olarak kullanıyorum. Sesi inanılmaz derecede bozulmuş bir eğlence evi aynasından izliyorlardı ve benim kullandığım sistem mümkün olduğunca netti, bu yüzden umarım neler olup bittiğini görebiliriz” diyor.

Sonuç olarak Jordan her zamankinden daha meşgul olduğunu söylüyor. “Beni yanlış anlamayın. Bu çok özel bir alan. Mastering mühendislerinden daha fazla astronot olduğunu söyleyen bir şaka vardır. Ama evet, oda önemli bir şey – amfilerden ve hoparlörlerden bile daha önemli ve insanlar geleneksel stüdyodan uzaklaştıkça bu daha da önemli hale geldi.” Gülüyor. “Genişleyen bir alanda olduğum için şanslıydım.”

görsel: Tony Anderson/Getty Images

populer science

Makale Etiketleri:
·
Makale Kategorileri:
MANŞET · MÜZİK